Çınar Eslek daha önce beden üzerinden gidip toplum olarak kabul görmüş estetik değerleri yıkmaya çalışıyordu, bir rahatsız etme durumu vardı. PG Art’ta açtığı ‘Koyaanisqatsi’ sergisinde ise bunu doğa üzerinden yaptığını görüyoruz. Eslek, etnolojik bir simülasyonu değil onun karanlıkta kalan ve aslına hiçbir zaman ulaşamayacak olduğumuz gerçekliğini işaret ediyor.
Çınar Eslek’in PG Art Gallery’deki sergisini gezmeden önce serginin de ismini taşıyan filmi, ‘Koyaanisqatsi’yi izledim. Hakikaten insanın doğaya müdahalesi üzerine hipnotize edici bir etkisi var. Film belki de medeniyetin ilk izleri diyebileceğimiz mağara resimleriyle başlıyor, direkt buradan başlamasının amacı insanın doğaya ilk müdahalesine bir gönderme belki de. Film zaten insan doğasını gösteren bir belgesel niteliğinde ama bu bildiğimiz belgesellerden değil, sizi dramatik bir görsel ve işitsel bombardımana tutuyor, izlerken neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz.
İTAATSİZLİK/BAŞKALDIRI EKSENİNDE BİRÇOK PARALELLİK VAR
Sergiden bahsetmeden önce insan üzerinden küçük bir anekdot girmek istiyorum; insanın özünde doğa ve doğadaki canlılardan farklı olarak, kendi bedeninin ve öz benliğinin farkında olmasına bağlı bir itaatsizlik, baş kaldırma durumu var. Her ne kadar Çınar Eslek serginin ismini yalnızca filmin Philip Glass’a ait müthiş soundtrack’inden etkilenerek kullandığını söylese de film ve sergideki işlerde biçim, uzam ve maddeyi ele alış şekli itibariyle benzer bir itaatsizlik/başkaldırı ekseninde birçok paralellik var diyebiliriz.
Serginin asıl çerçevesi en temel deyişle imge üzerinden onun gerçekliğini sorgulatmak. Seçilmiş ve birbirine bağıtısı olan çalışmaları galeriye girdiğimizde bir bizon portresi, koyun ve maymun resimleri, doğa içinde kaybolmaya yüz tutmuş gibi görünen bir insan portresi üzerinden görüyoruz. Bunların dışında video enstalasyonu ve Çınar’ın malzeme olarak ilk kez denediği reçine işleri de deneyimlemek mümkün. Duvar yerleştirmelerinde reçine içine hapsedilmiş ve doğadan koparılmış kök, tohum, toprak gibi doğal malzemeler çerçeve içine alınıp aydınlatılarak sunulmuş. Üretim sürecinde rasyonel bir metodla değil sezgisel ve düşünsel olarak ilerlediğini ifade eden sanatçı, işlerin birbiriyle görsel ve tematik bir bağlantısı varmış gibi gözükse de, bu sergideki asıl amacının aslında bize gelen imgenin duyularımıza ulaştığı süreçte dil ya da anlam kaymalarına uğramaları olduğunu söylüyor.
Bu durum insanın yapısıyla da doğrudan ilintili. Bizi oluşturan şey; enformasyonlarımız, yetiştiriliş tarzımız, eğitim biçimimiz, göreneklerimiz, öğrenilen düşünce yapısı gibi katmanlar. Karşı taraf kendini anlatmaya başladığı an söylediklerinin ötesinde biz onu olduğu gibi almıyoruz, kendi algılarımıza göre dönüştürüyoruz. İnsan bunu günlük olarak rahatça, düşünmeden ve belki de içgüdüsel yapıyor. Dünya üzerinde birçok insan ona yalnızca öğretilmiş olanla, sorgulamadan bir ömür devam ediyor. Farklı düzlem ve tarihsel süreçlere göre o imgenin anlamları hatta verdiği hisler bile değişebiliyor.
Örneğin sergide yer alan bizon portresinin çıkış noktası Lascaux ve Altamira mağaraları. Bu mağara resimleri yaklaşık 20.000 yıl önce av sürecinin bereketini arttırmak için büyü amacıyla yapılırdı. Mağaradaki resimleri yapan kişi büyücü olarak anılır ve kendi döneminin toplumu içerisinde hiyerarşik olarak üst konumda yer alırdı. Bugün ise bu kavramlara çok farklı anlamlar yükleyebiliyoruz. Çınar’ın bizonu doku ve koyu renk boya katmanları arkasında sunması da tam bu noktaya işaret ediyor orada salt bizonu değil bizon imgesinin karanlıkta kalan izdüşümlerini ortaya çıkartmak amaç.
Ya da sergide yer alan Babil Kulesi’ni sanatçı özellikle seçiyor amacı ise gerçekliğin kökenleriyle ilgili. Bununla ilgili olarak sanatçı şöyle diyor; ‘’Babil Kulesinin var olup olmadığı bile kesin değil, 5000 yıl önce gerçekten var mıydı, tüm katlar ayrı amaçlara sahip diyoruz ama bu gerçek miydi emin değiliz. Babil Kulesi bir zamanlar vardı deyip onu kabul ediyoruz. Bunların içine sinmiş çelişkili anlam ve farklılıkları unutuverdik, dil ve göstergeler gerçekliğin yerini aldı ve bu yer alan dil ve göstergeleri niçin hemen onaylayıp inanıyoruz?’’
Beşinci kişisel sergisini açan Çınar Eslek, bir ayrım ve deşifrasyon olarak, öncesinde beden ve hatta kendi bedenini kullanarak işler üretiyordu. Bu sergisinde ise beden söylemini mekan bilgisi üzerinden kurguluyor. Felsefede bedenin farklı anlamları var, örneğin Engels’in ‘doğa insanın inorganik bedenidir’ düşüncesi gibi. Sanatçı bu son sergisinde insana dair olanı değil de bir temsili ele alıyor. Bir şeyi temsil ederken tamamiyle birebir gösterge üzerinden değil onu alt üst edip iziyle ilgilendiğini ifade ediyor.
Çınar Eslek’in ‘Koyaanisqatsi’de asıl amaçladığı ‘gerçekliğin izdüşümü’ konusuna ters düşecek ama biraz bireysel bakarak ortaya koyulan serginin oluşturabileceği hislere dikkat çekmek istiyorum. Bunu yapmamın sebebi sergideki işlerin birbiriyle kesin bir dil birliği taşımasına rağmen izleyiciye amaçlanan esas konuyla ilgili çok da açık bir referans vermemesi. Ancak galeriye girer girmez ilk gördüğünüz ham doğaya gönderme niteliğindeki video (her ne kadar sanatçı videonun bir medyum olarak gerçekliğin kendisine müdahale olduğunu savunsa da), hayvan portrelerinin masumane görüntüsüne karşılık insanı temsil eden iki işin de kişiliksizleştirilmesi ya da reçinelere hapsedilip artık tabiata ait diyemeyeceğimiz kurgulanmış ışıklı işler… Serginin ismi de ‘Koyaanisqatsi’ olunca amaçlanan esas konuyu sanatçının kendisiyle birebir konuşma fırsatınız olmazsa eğer yakalamak biraz zorlayıcı olabilir.
Neticede serginin ismi, işlerin seçimi ve yerleştirmesi açısından çok iyi kurgulanmış ve tüm bu kurgunun verdiği referansı insana has olan başka bir özelliğe bir eleştiri olarak görmek mümkün belki de: İnsanın kendine göre kurgulama ve dönüştürme özelliğinden bahsediyorum.
Çok güncel olarak doğanın katli, betonlaşma problemi ve buna bağlı sıkışmışlık hissimiz var. Doğadan uzaklaşıyoruz ama insan yaşayabilmesi için bir şekilde kendi doğasını da kurmak/kurgulamak zorunda. Hayvanlardaki gibi doğanın içinde olduğu gibi saf ve kabullenmiş değil. Hikayeye göre (Adem&Havva) öz benliğinin farkına varmasıyla dünyada başlayan bir acziyet durumu var. Bir başkaldırı ya da itaatsizliğin getireceği sonuçlar için yalnız kalmak, toplumdan dışlanmak ya da olumlu anlamda bakarsak öncü olmak var diyebiliriz. Aslında Koyaanisqatsi filmi de bunu vermek istiyordu; insandan başlıyor ve insan yaşamak için kendine mekan yaratmaya başlıyor. Burada yine belki doğaya karşı bir itaatsizlik ve dönüştürmenin getirdiği sonucun sıkışmışlık hissi olarak karşılık bulduğundan bahsedebiliriz.
Çınar Eslek daha önceden belki de beden üzerinden gidip toplum olarak kabul görmüş estetik değerleri yıkmaya çalışıyordu, bir rahatsız etme durumu vardı. Bu sergisine baktığımızda ise bunu doğa üzerinden yaptığını görüyoruz. Sergi mekanına girildiğinde direkt olarak karşınıza çıkan video belki de bozulmamış olanı temsil ediyor olabilir. Sırasıyla diğer işler biraz daha insanın baş kaldırısına, yaşamak için kendine mekan kurgulamasına, doğanın üzerine kendi doğasını kurmasına gönderme yapıyor. Reçinelerde doğadan toplanmış parçaların laboratuvar ortamını hatırlatan bir ışıkla sunuluşu sanatçının yine kendi doğasını kurgulama durumunun bir göstergesi. Doğal olarak serginin kendisi kurgusal bir alan ve mekan. Aslında ilk baktığımızda doğa gibi gözüküyor ama doğa değil. Tamamiyle kurgusal olanın üzerine oluşturulmuş. O kurguyu da tamamiyle sorgulayan bir yapı var. Tüm sergi kurgusu ile birlikte sanatçı büyük bir gerçekliğe işaret ederek insanın hayatta kalıp türünü devam ettirmesini sağlayan ama bir o kadar da yıkıcı olan bu özelliğini ustalıkla eleştiriyor ve bireysel algılama ve sorgulama biçimimizi yükseltmeye davet ediyor.
Tüm bunlar, bu aralar yeniden okumakta olduğum J. Baudrillard’ın ‘’Simülakrlar ve Simülasyon’’ isimli kitabından bir paragrafı bana düşündürtüyor:
“…Görüldüğü gibi her yerde tuhaf denilebilecek bir şekilde orijinaline benzeyen bir evrende yaşıyoruz – şeyler harıl harıl kendi ikizlerini üretmeye çalışıyorlar. Ancak geleneklerin iddia ettiği gibi bunun anlamı şeylerin ortadan kalkacağı türünden bir sonuç değildir – çünkü şeyler ölümsüz kılınmış durumdadırlar. Tıpkı ‘’funeral homes’’ın (Cenaze işleriyle ilgilenen şirketler) gömmeden önce ölü yüzlerine makyajla modelin canlıyken sahip olduğu tüm özellikleri vererek, onu gerçeğinden daha doğal ve mütebessim hale getirmeleri gibi.”
Eslek, ‘Koyaanisqatsi’sinde etnolojik bir simülasyonu değil onun karanlıkta kalan ve aslına hiçbir zaman ulaşamayacak olduğumuz gerçekliğini işaret ediyor. Baudrillard’ın yukarıdaki paragrafının arkasında gizli olan optimizm Çınar’ın karamsar gibi görünen işlerinin de aslında alt yapısını oluşturuyor.