Çınar Eslek’in kişisel sergisi Teyel, Uzuv, İlizarov, 11 Kasım tarihine kadar DEPO’da devam ediyor. Sergide kurulan ilişkiler ağına takılırken eserlerdeki katmanlı estetik pratiğe bakıyoruz
Yazı: İlker Cihan Biner
Sokrates İon diyaloğunda (1) sanatı şeytanî güçler aktaran mıknatısa benzetir. Düşünürün zihninde beliren ağ şöyledir; ilham tanrıçası olan Müz kötücül kudretini sanatçıya aktarır, devamında sanatçı ortaya koyduğu esere ve nihayetinde ise seyirci ile iç içe ince bir dolaşıklık ortaya çıkar. Sokrates’in aslında bahsettiği habis güç, estetik biçim yaratmaya yol açan elektromanyetik dalgalardır. (2)
James Clerk Maxwell ise filozoftan asırlar sonra “evren”i elektromanyetik dalgalar okyanusu olarak hayal ettiğini söyler. Elektromanyetik etkileşimleri iletme aracı olan fotonlar ışığın temel birimidir ve fakat esas mesele de burada belirir. Fotonlar gözümüzdeki reseptörlere değdiğinde elektrik akımlarına neden olarak biyolojik bir olayın meydana gelmesi yani görüntülerin yaratılmasında etkilidir. Oluşan kudretli akışlar perspektiflerin oluşması için derinlerden gelen yaratıcı güçlerin ortaya çıkmasını sağlar.
DEPO’da gerçekleşen, küratörlüğünü Ceren Erdem’in yaptığı Çınar Eslek’in Teyel, Uzuv, İlizarov sergisindeki kumaş ya da video çalışmalar tam da dalgalı/ışıklı konumlarından seyirciyi içine çekerken, eserler onlara atılan bakışla doğrudan etkileşimler yaratabiliyor. Etrafı süzen suretler gibi kalabalık etkiler doğuran eserler, mekânın ortasına, tavanına, duvarlarına yayılıyor. Başka bir deyişle; burada eserlerin içkin yönleri söz konusu. Çalışmaların yüzeylerinde beliren olay örgüleri seyircinin zihninde “orada neler oluyor?” sorusunun belirmesine sebep oluyor.
Sergide ilişkiler ağına yakalanıyoruz. Eserlerin önüne uzanan dalgalı seslerin, görsellerin/görüntülerin etkileşimlerinin oluşturduğu izler onların saklanmış katmanlarıyla ilişkili. Bu yüzden mekâna girer girmez çalışmalara her bakış bambaşka biçimlerde ışıltılar yaratıyor.
Peki, eserlerin çok boyutlu, fizikî konumları nasıl işliyor?
Yaratıcı dalgalanmalar
Bihter Sabanoğlu serginin katalog metnindeki Yakıcı Kumaşların Teyelleri, Yamalı Canavarların Aksayan Uzuvları isimli yazısında şunları dile getiriyor: “Çınar Eslek’i bir rhapsōdos (3) olarak görüyorum.” Küratör Ceren Erdem katalog metninde Bihter Sabanoğlu’nun kaleme aldıklarıyla paralel biçimde Çok Yaşa Canavar! yazısında “Eslek, her biri ayrı bir ekosistem içeren kumaş işlerinde kimi zaman kurmaca kimi zaman da çocukluğundan ve rüyalarından imgeleri birbirine teyelliyor. Teyellemek, onun için bir düşünce ve üretim biçimi.” diye ekliyor.Yazılanlara katkı olarak Çınar Eslek’in bir düğümü çözdüğü söylenebilir. Kumaşlar, teyellemeler, hayal gücü ya da rüyalarla beraber eserlerin yapılış tarzlarıyla var olma biçimleri arasında dolaysızlıklar söz konusu. Sanatçı bir yasaya bağlı kalmadan kendi özgüllüğüyle estetik pratiklerini ortaya koyuyor.
Mahşere Yanıt, Bir Korkunun Elle Tutulur Yanı, Hücrelerimizin Kapılarında Dans, Uyarı, Karşılıklı Hoyrat Kullanılmış Bedenler, İlk Kez Düşledim Ölümü… Tüm bu eserlerde yaratılan hayalperest, erk olmayan, feminist imge dünyası temsil algısını ters yüz ediyor. Çünkü doğa tasavvuru Eslek’te tek boyutlu olmadığı gibi üretici ya da duyarlı pozisyonlarda da değil. Çalışmalarda tabiat, Dünya dahil pek çok şeyin üzerinde döndüğü bir kolektif alan biçiminde ele alınıyor. Doğanın hem coğrafi hem de fiziksel etkilerine işaret ediliyor. Aynı zamanda Eslek bitkilerle, hayvanlarla ve daha pek çok canlı, cansız varlıkla beraber olduğumuzu dile getirir pozisyonda.
Sergide heykeller, kumaş çalışmalarla beraber Çınar Eslek’in doğa anlayışıyla ilgili Zemin (Prolog) isimli videosu var. Çalışma, yüzeyinde tabiat ile işaret edilen kolektiflik mevzusuna giriyor. Özellikle görüntülerde bacak göze çarpar halde. Yürüme eyleminin nefes aldırması, ayağın müşterek yerlere temas etmesi sanatçının yeryüzü ile kurduğu derin temasın göstergesi.
Oh White adlı video çalışmasında ise sergide Bihter Sabanoğlu’nun Betonlaşma isimli bir öyküsünden (4) parçalar söz konusu. Aslında görüntüler sanatçının Baltalimanı Kemik Hastanesi’nde geçirdiği dönemden yola çıkarak mekânla nasıl ilişki kurduğunu aktarıyor. Sabanoğlu’nun öyküsüyle de kesişen görüntü yüzeyi bedene dair çok katmanlı bir anlam dünyası yaratıyor. İki estetik pratiğin kesişimi bu anlamda filozof Jean-Luc Nancy’nin yörüngesine giriyor: “Bir beden yayılır. Her tarafında, başka bedenlere dokunur.” (5)
Teyel, Uzuv, İlizarov müşterek bir duyu dünyası kurarak sınır aşımlarıyla birlikte “başka bir dünya mümkün” fikrine katkı sağlıyor.
Eserlerin ışıklı boyutları mevcut görünüşlerin, kanaatlerin, simgelerin ötesine geçerek kırılgan yüzeylere sahne oluyor. Bu konum fiziğin, biyolojinin, mimarinin çok yönlü buluşmasına sebep olurken, çalışmaların yayıldığı büyülü mekânın etkisiyle Wallace Stevens’ın The Man with the Blue Guitar (Mavi Gitarlı Adam) şiiriyle bitirmek gerek:
“Mavidir senin gitarın,
Şeyleri oldukları gibi çalmazsın,” dediler.
Adam cevapladı, “şeylerin oldukları halleri mavi gitarda değişti.”
O zaman onlar da dediler ki, “Ama çalman gerek,
Bizden öte bir melodi,
Şeylerin tam olarak kendi olduğu,
Mavi gitarda bir melodi.”
Elimden geldiğince yamalasam da onu,
Dünyanın aklını başına getiremem.
Bir kahramanın başı, büyük gözleri
Ve tunç sakallarının şarkısını söylerim ama adamın şarkısını söyleyemem.
Elimden geldiğince yamalasam da onu,
Ve neredeyse adama ulaşana kadar uzansam da.