Ahmet Ergenç’in küratörlüğünde Mixer’de açılan ‘Hayvanların Tarafı’ sergisi en iyi anlarında, seyircisini empatiden de öte gerilimli bir benzeşme hissine, birbirine dönüşme hayaline davet ediyor.
“Bakışı, demir çubukların art arda geçişinden/ öyle yorgun düşmüş ki, hiçbir şeyi görmüyor artık./ Ona öyle geliyor ki, bin çubuk var/ ve bin çubuğun ardında dünya yok./ Küçücük bir daire çizen/ Güçlü adımların esnek yürüyüşü/ bir merkezin etrafında dans gibi-/ ki orda baygın, büyük bir irade yatıyor./ Sadece bazen kayıyor gözbebeğinin perdesi/ sessizce yukarı doğru- o zaman bir görüntü/ giriyor içeri, gergin suskunun uzuvlarından/ geçiyor- ve sönüyor kalbe varınca.”
Rainer Maria Rilke
Ahmet Ergenç, küratörlüğünü yaptığı ‘Hayvanların Tarafı’ sergi kitapçığına yazdığı önsözde hayvanlarla ilişkimize dair hümanist ve post-hümanist düşüncenin küçük tarihçesini yazarken, ‘Derrida’nın kedisinin ona bakışının bütün insani önkabullerini sarstığını’ söylüyor. Aynı sezgi Baudelaire’in kedi şiirlerinde de gezinir. Agamben’in ‘insan-hayvan yakınlığı, insandaki hayvanın kabulü, hatta hayvanın üstünlüğü’ne dair hissi ise, Rilke’nin ünlü ‘Panter’ şiirinde dolanır. Rilke’de Baudelaire’in kedilerinin bakış ve duruşlarındaki azamete ilaveten, hem mahpus hayvanın hüznünden hem de hayvan bedenindeki ‘irade’den, gözün kendine özgü hareketinden, oradan yüreğe giden yoldan bahsedilir. Sonuç neredeyse bilimkurgu; burdan Borges’in kaplan meseline ya da insanların kediye dönüştüğü ‘Cat People’ filmine geçit var.
Çünkü hayvanla insan ilişkisinde, benzeşme, giderek insanın hayvana dönüşebileceğine -ya da tersi- dair bir büyüleyici hayal de gezinir. Belki insan olmaktan sıkıldığımız, utandığımız şu çağda teselli bulduğumuz bir hayal. Kafka’nın böceğiyle başladığımız noktadan görsel olarak en çığır açıcı örneğe, ‘Alien/ Yaratık’ filminin Giger’den esinlenen yaratığına varıyoruz. 19. yüzyılın sonundan bu yana, özellikle çizgi roman, animasyon, film tasarımı vb’den beslenen görsellikte insanla hayvan arası geçişlere ciddi bir ilgi var. ‘Hayvanların Tarafı’nda güçlü olan taraf da bu. Daha geleneksel fantastik tasavvurlarından hayvanla insan arasındaki melezliğe doğru ilerleyen merak.
Romantik imgelemin ormanlarını resmetmeyi seven Huri Kiriş, küçük boyutlu işinde hayvanla insanın boyutlarını eşitleyerek hem ‘Dr. Moreau’nun Adası’ndan bir sahne hem bir cennetten kovulma sahnesi canlandırıyor. İlhan Sayın, insanla hayvan arasındaki geçişi bir şaşkınlık- dehşet ifadesinde sabitliyor. Ece Eldak, Man Ray’in ünlü bir fotoğrafına da gönderme olan video işinde, vücut parçalarındaki ayrıntıların aniden insanla hayvan arasındaki benzerliğe işaret edebileceklerine değiniyor. Her zaman insandan çok hayvanla ilgilenen Ekin Saçlıoğlu’nun deseni, başka bir ikiliyi, hayvanla bitkiyi karşı karşıya getiriyor. Yusuf Sevinçli’nin küçük çocuklarının oyunundaki ritüel, hayvanın maskesini takınca hayvan olacağını uman çok eski bir insan hayaline gönderme yapıyor. Çınar Eslek, seyirciyi, hemcinsi ile insan kılığına girmiş hayvanın birlikte verdikleri esrarengiz poz ile baş başa bırakıyor. Çehreler, ifadeler ve morfolojik tuhaflıklara merak besleyen Mert Öztekin, dişleri insan dişine benzeyen bir hayvanın ağzını aralayan insan parmaklarına ‘tıbbi’ bir yakın plandan bakıyor. İnsanın, benzeri, hatta çok benzeri yaratıklar karşısındaki umursamaz, ‘nesnel’ ve kendiyle meşgul hallerinden birini sabitliyor; birbirinden tuhaf iki yaratık. Gümüş Özdeş, kısa videosunda insanla hayvanın ‘bilinç akış’larını birbiriyle örüyor. Masalsı olduğu kadar melankolik bir tonda… Ata Kam’ın monokrom fotoğraf baskısı ise hayvan biçimini desene, hatta bir lekeler bütününe dönüştürerek dönüşüm temasına son, resimsel noktayı koyuyor.
24 Şubat’a dek sürecek ‘Hayvanların Tarafı’ en iyi anlarında, seyircisini empatiden de öte gerilimli bir benzeşme hissine, birbirine dönüşme hayaline davet ediyor.