Fırat DEMİR
“Göz ve Tin”in yazarı Maurice Merleau-Ponty, “vücut, ruhun doğum uzayıdır,” der. İlk okumayla bu cümle, vücuda bir tür yaratma gücü bahşederken; asıl anlam, kendini vücudun yıkımıyla birlikte belirginleşebilecek bir sürece saklar. Evet, vücut pekala bir rahim olarak işlev gösterebilir; somut yada somut, bir “ortaya koyma” gücünün merkezi olabilir. Peki, ya bu doğumdan, yaratımdan ya da niteliği ve biçimi ne olursa olsun, dışarı atımdan sonra; vücudun uzaysallığına, verimliliğine ve kutsallığına ne oluyor? Güncel sanat içerisinde farklı bir “uzay”ın peşine düşmüş sanatçı Çınar Eslek’in 1o Ocak – 10 Şubat tarihleri arası Pi Artworks Galatasaray’da sergilenecek yeni fotoğraf sergisi “Keskinlikten Uzak”; iddiasını bu soru üzerine kuruyor.
Varız, varoluyoruz. Varoluşumuzu kanıtlanabilir kılacak bir vücudun içine doğuyoruz. Doğumumuzdan önce süre giden neyse, doğumla birlikte, artık tahmin edemeyeceğimiz bir bilgiye dönüşüyor. Bu bilginin peşine düşüyoruz; ölümden korkarak, yaşamdan, yaşamın öncesinden korkarak. Korku, aklı çağırıyor; neye çarpıyorsak, ona bir isim veriyoruz. İsimler, saf tutmaya başlıyor yavaş yavaş; kendimizi ikiliklerin arasında buluyoruz. Vücut, o ilk doğumdaki yalnızlığından çok uzak artık. İçinde bulunduğumuz dünyanın aklı, vücudu kölesi yapmak istedi ve bunu, seni vücudunun maddi hassaslığına bağlayarak başardı. Kaderinizin kısır döngüsü, algılamaya başladığınız an yazıldı ve bitti. Nedensiz başlayan bu savaşta dostunuz da düşmanınız da, bizzat sizin vücudunuz. Vücut, bir madde ve dış dünyayla kurduğunuz bağlantının yüzeysel bir alıcısı. Ah, keşke yeniden doğsak, yenilensek ve hep dünyaya değdiğimiz ilk an kadar saf, yani kutsal kalabilsek!
Çınar Eslek’in soyut ve figür tavırlar üzerinden ilerleyen fotoğraf çalışmalarını içeren sergisi “Keskinlikten Uzak”, bu yeniden doğma, yeniden doğarak gerçek anlamda özgürleşme hikayesini sunuyor bizlere. Güncel sanat içerisinde belirgin ve geçerli, gerekli bir derdin peşine düşen “Keskinlikten Uzak”tan önce Çınar Eslek’in eski sergilerini hatırlamakta fayda var. Çünkü Eslek, kendi başına dünyalar yaratıp yıkabilen sanatçılardan ve her çalışmanın, kendi kozmotik tarihinde geleceği öngören bir niteliği var. İşbu, “Keskinlikten Uzak”ın kökleri, sanatçının ilk kişisel sergisi “Farkında Değilim”e kadar uzanıyor. Öyleyse, ilk doğuma gidelim. İngiliz şair W. B. Yeats’in “ikinci yükseliş”ine ya da bu yazının diliyle, ikinci doğuma döneceğiz.
Fotoğraf ve resim üzerinden kendi vücudunu sorgulayarak sanatını tarihe açan Eslek, doğumların gerçekleştiği vücudun bir zamanlar bu dünyaya fırlatıp attığı bir beden olarak kendi yüceliğinin ve zaafının peşindeydi. “Farkında Değilim” ile vücudunun yaralanabilirliği üzerinden, röntgen gibi vücudu ele veren bir materyalin arayıcılığıyla, vücudun geçersizliğine dair ilk savunmasını sundu sanatçı. Peşi sıra gelen “Paralel Diyar” sergisinde, bu başkaldırı hala aynı dilden devam ediyordu; Eslek, vücuda yüklenen anlamın bozumuyla uğraşıyordu. Kadın olmanın, kadın vücudunun doğuma zorlanması, Eslek sanatının ilk reddedişlerinden biriydi. Eslek, soyut bir yaratı üzerinden kendi uzayına uzanmayı deniyordu. Bu uzayın ardına kadar açılıp genişlemesi içinse “Bir de” sergisini beklemek gerekecekti.
Farkında mısınız bilmiyorum ama, bu yazıdaki en önemsiz öğe, vücut. Aslında, vücudu terk etmeye yönelik bir izlekten bahsediyor bu yazı. Neden mi? Çünkü kendini zamansızlığa, ruhaniyete bırakmayı isteyen sanatın tek çıkar yolu, vücudun suyu bitmiş bir kuyu olduğunu keşfetmesinden geçiyor. Keza güncel sanat dediğimiz hızlı sistem, zamanın ötesinde olan ama zamanın içinde de temsil edilebilen sonsuzluk fikrinden uzaklaştıkça, kendisini bu kuyuların başında ümitsiz buluyor. Bu sonsuzluk imgesinin reddedilmesiyse, sanatı bir tür şimdinin belirsiz reaksiyonlarına bağlı bir ikilikler paradoksunun içerisine hapsediyor. İşte tam bu noktada, Çınar Eslek’in bir önceki sergisi “Bir de”, sanatçının bu paradoksu aşmak için gösterdiği çabayı örnekliyordu. Eslek’in “ikinci doğumu”, merkezine donmuş bir anın içerisindeki ruhani bebek figürlerini oturtan “Bir de” tablolarıyla başladı, diyebiliriz. Sanatçı, sanatın en önemli işlevlerinden olan ölümsüzlük yanılsaması yaratabilme gücünü kullanmadan önce, kendi öztarihini sıfırlamayı, kosmosun karşısında bilgisiz, öğretisiz ve belki de en önemlisi, vücuttan ayrışmış olarak çıkmayı denemişti ve “Bir de”, bu deneyin başarılı olduğunun kanıtıydı.
Artık Çınar Eslek ve kozmos yan yana. Sanatçının adım adım inşa ettiği ayrışma süreci, “Keskinlikten Uzak” ile tamamlanmış gözüküyor. Soyut ve figür odaklı yaklaşık 16 fotoğrafın yer aldığı “Keskinlikten Uzak”; yalnızca sanatçı için değil, bizzat güncel sanatın devam etmekte olan tarihi için, yenilikçi ve kuvvetli bir şans sunuyor. Çınar Eslek, bir kadın olarak, toplumsal normlarca doğurganlığı kutsanan ve kullanılan, fiziksel ve psikolojik kırılganlıkla mimlenen bir vücudu, bir vücut ve madde algısını geride bırakmış. Bu cesur tavrı “keskinleştiren” unsursa, süt. Süt, bu sergide, kelime anlamının en yalın haliyle, yani canlının özsuyu olma haliyle kullanılırken; bu canlılık, aynı zamanda ölüme bir tür anagram olarak okunabiliyor. Yani, sütün akışkan-yoğun, cisimli-cisimsiz, doğaya ait-doğanın dışında gibi paradoksları, “Keskinlikten Uzak”ın kendi temsilini arayan ayrıksılığının temelini oluşturuyor. Sütün belirsiz öznesi, serginin soyut ve figür fotoğraflarını birbirine bağlayan bir ortak anlam. Süt, aynı zamanda, Eslek’in bu yeniden doğma önerisi için neden fotoğraf medyumunu kullanmayı seçtiğini de açıklıyor. Süt, yaşama bağlılığından koparılıp tek bir ana zorlanınca, bir ize, dumansı bir varoluşa geçiş yapıyor ve bu geçişin “izi”, orada olanı-orada olmayanı yakalayabilen tek şansla, yani fotoğrafla belgelenebiliyor. Sanatçı, sütü yaşamla olan ilişkisinden koparıp, mikro bir oluşa sıkıştırdığı zaman, bu daralmanın yarattığı yoğunlukla yeni anlamlar yaratabilmenin yolunu açıyor. Süt, hem vücuda bağlı insan aklının bahşettiği maddi gerçeğini korurken, hem de, bir hiçlik anında yepyeni bir nedenin peşine düşüyor.
“Keskinlikten Uzak”, bir yeniden doğuş sergisi olduğu kadar, bir ölüm sergisi de. Özellikle soyut çalışmalar, maddi dünyanın ölümünü muştuluyor. Sütün, özsuyun belirsiz uzamlara dağılıp saçıldığı bu soyut fotoğraflar, Eslek’in vücudu kendi sanat sisteminden çekip attığının birer kanıtı. Bu çalışmalar, sanatın derin kavrayışlar sonucu elde edilen tarihsel birikimine, zamansız niteliğine dönme isteği duyan, idealist çalışmalar. Sözkonusu çalışmalardaki belirsiz anlam, hiçbir öğeye eşleştirilemeyecek kadar uzaysı. Fotoğrafın bir sanat alanı olarak gücünü aldığı yoğunluk, Eslek’in fotoğraflarındaki mikro bakışla kuvvetli bir harmoni içerisinde. Seyirci, kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, bu fotoğrafların bağımsızlığını tehdit edebilecek bir yorum geliştiremiyor. Kolay anlaşılırlığa, taraf tutmaya ve taraftarlık canlandırmaya sırtını dayamış güncel sanat içerisinde, Eslek’in bu tavrı, hayranlık uyandırıcı bir yetenek olarak yükseliyor. Peki; tüm kavramların, mekanların ve anlamların öldüğü bu dünyada, peşinde koşup durduğumuz yeniden doğum, bizi yine bir tür boşluğun içerisine mi hapsetmek istiyor?
“Keskinlikten Uzak”ın soyut çalışmaları, bilinen dünyaların ölümüyse; figür çalışmaları, yeni bir dünyanın ilk anları. Vücut olmadan, temsil ve madde olmadan da bir “uzay”ın varolabileceğini bize kanıtlayan Eslek, sözkonusu varoluşun içerisine insanı katmak istediğinde, o ilk doğumdaki kuralların tamamen aksi yönde davranabilme gücünü kazanmış olarak hareket ediyor. İşte tam bu noktada, “Keskinlikten Uzak”, bir kere daha hiç beklenmedik bir noktada keskinleşerek, ortak toplumsal anlama evrilecek şiirsel bir başkaldırının adımını atıyor. Süt ile çevrelenmiş androjen bedenler, kadın ve erkek normlarını, toplumsallığın yüklediği bedensel karşılıkları tamamen reddediyor. Bir anlamda “yeniden doğmuş” bu karakterler, ikiliklerin arasında değil, kendi varoluşlarının öznel ve bu yüzden zamana daha sıkı bağlı temsilleriyle karşımıza çıkıyorlar. Eslek’in yalın fakat alabildiğine şiddetli figürleri, o eski doğumdan ve soyutlukla sınanan ölümden öğrenilmiş bir bilgelikle reddettiği dünyayı da kapsayabilme gücüne sahip. Bu güç, çalışmalara bir sempati, bir çekicilik yüklüyor. Eslek, androjen karakterlerini var edebilmek için, onları fotoğrafın dijital ortamına, yani olasılıkların ve çokluluğun mümkün olduğu sayısal ortama taşıyor. Sayısal ortam, aynı zamanda, bizim kendi evrenimizi ya da Eslek’in sanat diliyle, birinci doğum evrenini de kapsadığından, bu süt izleğiyle manipüle edilmiş fotoğrafları, bir yönüyle, bize ait kılıyor. Eslek, soyut çalışmalarındaki anti-politik mücadele dilini; figürlerle, biraz daha “bizim” dünyamızın alfabesine uyarlayıp, bir tür alternatif politikaya doğru yol alıyor. Vücudun acı ve haz anlarını çağrıştıran fakat bu anları daha kutsal, daha ritüelist bir performansla tekrarlayan androjenler; kendi kendinin temsili olabilmenin çok yönlü anlamını bizimle paylaşmak istiyor. Evet, bir doğum oldu, bir şeyler dünyaya fırlatıldı fakat o dünya, yetmedi ve aynı hikaye, ikinci kez yaşanınca, kavramların önem sırası altüst oldu; artık vücudunu eskisi kadar önemsemem gerektiğini anlaman gerek! Öyle ki, senin algın, senin kozmostaki yerin, vücudunun sana zorladığı anlam kavgasının çok daha ötesinde. Eslek’in bu önerisini, güncel sanata karşı bir itiraz olarak da görebilir miyiz? Cevap, net bir evet olsa da, Eslek, reddedişle birlikte, kutsama ve büyüleme de peşinde. Eslek, zamanın içerisinde bir zamansızlık yarığı açarak bir öneri getiriyor ve bu öneriyi bütünlüklü bir dünya, yıkılıp yeniden kurulmuş bir dünya üzerinden gerçekleştiriyor. Yani ki eleştirisi, eleştirdiği kavramların hazır dili üzerinden sürdürme oyununa düşmüyor, aksine, bu oyundan galip ayrıldığı gibi, androjenlik, belirsizlik, kendi-temsil gibi kavramlarla, taze bir oyun sunuyor ortaya. İlk anlamıyla kaotik bir mesaj veren “Keskinlikten Uzak”, iyice sindirildikten sonra, aslında olumlu ve olumlanabilir bir sonuca evriliyor. “Keskinlikten Uzak”, ruhumuzun yalnızlığını dindirecek bir ruhaniyet içeriyor.
Çınar Eslek’in güncel sanat içerisinde pek görülmeyen bir tavır alıp, akmakta olan zamanın aksine, adım adım, sergi sergi, kendi zaman çizgisini yaratması ve o çizgi üzerinde kendini yeniden doğurması, sanatçının gelecek çalışmaları için büyük bir sorumluluk demek oluyor. “Keskinlikten Uzak” fotoğraflarının kendi dünyasını yaratma iddiası, bize bu iddianın ya da bu oluşumun nasıl gelişeceği konusunda merak aşılamaya yetiyor. Artık biliyoruz ki, vücut, ancak yıkılıp yeniden kurulursa ruha izin veriyor. Vücut ile ruhun ikinci birleşiminden ortaya çıkan yeni yaratıcılığın nasıl evrim geçireceğiyse, sanatçının geleceğine yazılı bir sır. “Keskinlikten Uzak” sergisinin genel izleğine uygun düşen bir başka sanatçı, David Bowie, 70’li yıllarda kendi geleceğini şöyle öngörmüştü; “nereye gittiğimi bilmiyorum, ama sıkıcı bir yolculuk olmayacağına söz verebilirim.” Çınar Eslek’in yeni sergisiyle bize benzeri bir söz verdiğini söyleyebiliriz.