XOXO the mag
Fotoğrafı sanat dilini geliştirmenin yollarından biri olarak kullanan Çınar Eslek ile fotoğraf üzerine keyifli bir sohbet
Fotoğraf ile ilişkin ne zaman başladı?
Sanatın dilini zenginleştirmenin yollarından biri olarak kullandığım fotoğraf ile ilişkim 2009 yıllında, İstanbul Kültür Sanat programı ile Paris’te Cité International des Arts’a konuk sanatçı olarak gittiğim döneme denk geliyor. Orada kaldığım süre boyunca fotoğraf projemi gerçekleştirmek için uğraştım ve ilk orta formatta makinemi o zaman aldım. O zamana kadar sanatçı arkadaşlarımızla ortaklaşa kullandığımız bir makinemiz vardı.
Fotoğraf senin için ne ifade ediyor?
Fotoğraf, resim ve videoya paralel olarak seçtiğim bir araç. Resim yapma pratiğinden gelen bir sanatçı olarak, fotoğraf ve video gibi araçlardan beklentim aslında çok basit: Sözümü çoğaltmalarını, sözümü farklı kelimelerle söylememe imkan verip veremeyeceklerini araştırmak. Fotoğrafın belgeci yönüyle ilgilenmiyorum. Dolayısıyla ‘Keskinlikten Uzak’ sergisi, fotoğrafın bir araç olarak tarafımdan ne kadar özneleştirilebileceğinin sınırlarını zorlamak, fotoğrafın zaman ve mekan üzerindeki egemenliğiyle bir olayı, bir anı değil de bir bakıma anın içindeki sonsuzluğu, sadece gösterdiğini göstermesi dileğim.
En çok çekmek istediğin kare nedir?
En çok istediğim şeylerden biri bir gün imkanım olursa İzlanda’da çekim yapmak.
Çınar Eslek neden hep bedeni kullanıyor fotoğraflarında?
‘Farkında Değilim’ adlı ilk sergim geçirdiğim ameliyat sonrası kendi bedenimi bir sanat nesnesine dönüştürmemle oluştu. Yaşadığım bu deneyim evrimleşmenin de bir kanıtı niteliğindeydi. Arkasından deneyimin kendisinden çok bedene yüklenen anlamların bozumuyla uğraşarak diğer sergilerde soyut bir yaratı üzerinden hareket etmeye başladım. ‘Dolayısıyla’ ve ‘Birde’ sergileri buna birer örnektir. Sonuç olarak beden üzerinden yola çıkarak bir çok şeyi kullanıyorum.
Fotoğrafları çekmenin sebebi çektiğin acıları her zaman hatırlamak istemen mi?
İlk sergim olan ‘Farkında Değilim’de bedensel acı deneyimini sorguladım. Bu sergide deneyimim evrimleşti. Bedensel acı deneyimi acının yüceltilmesini değil, acıyı yaşamdan ayırmayıp, yaşama dahil ederek bir bakış açısı geliştirdim. Bedendeki acıyı dışarıdan etkileyen bir olay olarak görmüyorum. Beden nesne üzerinden hastalık ile sağlık arasında bir geçiş sağlıyor. Bu süreçte yaşanan hareketlilik bir yer değiştirme olacağı için, kişinin varlığında bir farkındalık sağlayarak, sağlıklı bir bakış açısı sunar.
Bütün sergilerin bir hikaye üzerine kurulu ve her yeni sergide bunun bir parçasını daha ekliyorsun. Bundan sonra da aynı konuya devam edecek misin, yoksa yeni bir hikayeye başlamayı düşünüyor musun?
10 Ocak – 9 Şubat 2013 tarihleri arasında Piartworks Galatasaray’da gerçekleşecek olan ‘Keskinlikten Uzak’ sergimde sütün kendisini tema olarak kullandım. Fotoğraf çekimlerini ve üretimlerini evde gerçekleştiren biri olarak, yaşam alanımın içinde süte her baktığımda sadece ikilikler üzerinden hareket ettiğimizi görüyorum. Sütün gerçekliğinin ayrım yapmadan manzara – doğa, döngüsellik, eril-dişil dokunulmazlık ve evren – uzay zamanı gibi her şeyi içinde barındırması gibi çoğul anlamları da olduğunu ve bu doğrultuda sütün çoğul göndermelerinin Burcu Pelvanoğlu’nun vurguladığı gibi ‘yok yere dönüştüğünü’ gösterdim. Dikkatli bakıldığında kadın ve erkek bedenleri ayrımından çok bütünleyen bir işlevi var sütün. Seçtiğim androjen bedenler, kadın ve erkek normlarını, toplumsallığın yüklediği bedensel karşılıkları tamamen reddediyor. İlksel ana dönüş gibi. Anlamların yüklenmediği sadece kendi gerçekliklerinin var oldukları an. Bir nevi transeksüellik gibi. Aynı zamanda bedeni yıkarak ulaşılan varoluş sorgusunda, süt, aynı zamanda, ölümü de imliyordu. Çünkü sütün özlüğü, sıfıra ulaşmak, zamansızlığa, temsilsizliğe ulaşmak demekti ve bu teklik içerisinde süt, yaşamı kapsadığı kadar, ölümü de kapsıyordu. Sütü, tüm dünyaların yansıttığı su gibi gördüm diyebiliriz.