Çınar Eslek’in Teyel, Uzuv, İlizarov sergisi bedenin imkânlarına yönelik çeşitli önermeler sunuyor. Sergi yarın DEPO’da sona ermeden önce Eslek’in dönüşen, tuhaflaşan figürleriyle sunduğu bakışı ele alıyoruz.
Yazı: Ahmet Ergenç
Çınar Eslek’in işlerine genel olarak bir “anomaliye şefkat gösterme” hali hakimdir. Dünyayla arasında uyumsuz bir açı olan varlıklar, şeyler ve insanlar Eslek’in işlerinde kendilerine şefkatli bir alan bulurlar. Anomali olarak tanımlabilecek hallere bir alan açar, dünya bir an için güzelleşir. Eslek’in işlerini anlamak için şunu da söylemek lazım: Patolojiler ciddiye alınır. Bu “patolojileri ciddiye almak” ifadesini daha önce Mehmet Güleryüz’ün portreleri üzerine yazarken kullanmıştım. Eslek de arızalı, yoğun ve “tuhaf” portreler oluştururken her şeyden önce o portrelerdeki patolojileri ciddiye alıp, bunlara odaklanıyor. Patolojileri görmezden gelmeye ya da böyle arızalar yokmuş gibi davranmaya meyilli bir ironi yerine, (modernist) bir ciddiyet var burada. Bakınız, bu hastalıklar, bu patolojiler, bu anomaliler, bu “acayip” karakterler ve dahi bu “canavarlar” burada, alışın, diyen bir ciddiyet.
Eslek’in son sergisi Teyel, Uzuv, İlizarov da böyle bir bakış ve his politikası üzerine kurulu. Anomaliler, patolojiler, ucubeler, uysal olmayan bedenler, melezler, görünen ve görünmeyen acılar, gizli ittifaklar ve açık meydan okuyuşlar. Sergi metni şöyle diyor:
“Eslek, bedensel deneyimlerinden yola çıkarak, normallik algısını ve mükemmeliyetle ilgili kemikleşmiş mefhumları, insan, hayvan ve bitki âlemlerini kaynaştırarak yarattığı hilkat garibeleri aracılığıyla kırıyor.”
Buradaki kritik nokta şu: Hilkat garibelerini, ucubeleri ya da canavarları sahiplenmek. Ve onların bakışından bu dünyaya bir daha bakmayı önermek. Tarihte çeşitli dönemlerde edebiyat, siyaset ve sanatın önemli bir işlevi olmuştur bu lanetliyi sahiplenme olayı. Ya da negatif, pejoratif olan şeyi ‘pozitif’ bir özellik olarak yeniden sahiplenme hareketi. Malumunuz, punk serseri ya da çöp demekti, beatnik de neredeyse böcek gibi bir anlama sahipti; sonra birileri geldi ve bu terimleri ve halleri bir dışlanma ya da eksiklik değil, bir kimlik, bir (olumlu) fazlalık ve defiant bir duruş olarak sahiplendi. Punk çocuklar ve beat yazarlar bir hakareti bir onur nişanesine çevirerek, normlarla alay etmişlerdi. Ucube, hilkat garibesi ya da canavarı sahiplenen bu sergide de böyle bir norm-karşıtı hareket görmek mümkün.
Sergiyi dolaşırken en çok aklıma gelen kelime “canavar” oldu: Burası bir canavarlar alanı. Serginin küratörü Ceren Erdem’in yazısının başlığı da aynı şeyi söylüyor: “Çok Yaşa Canavar!” Eslek’in canavara yüklenen o dışlayıcı anlam üzerinden kurulan normlarla bir derdi var. Bunu “canavarlar vardır” dercesine yaptığı işlerden, canavarın hüznüne ve yalnızlığına bir empati ve şefkat beslemesinden anlayabiliyoruz. Bu arada, canavar, zaten olumlu bir kelimedir, bunu bize etimoloji söylüyor. Farsça’da “can” ve “sahip olan” anlamına gelen aver’in birleşiminden oluşuyor. Yani basitçe, “canı-var” demek.
Canavar meselesi önemli zira edebiyat, görsel sanatlar ve filmde modernite aslında canavarca olan şeyin kabulüyle başlar. Mesela Zizek şöyle diyor: “Modern öznellik, klasik Yunan’ın uyumlu sanatından dışlanmış olan canavarımsı boyutun geri dönüşüdür.” Bacon’dan, Egon Schile’den Francis Bacon’a, Baudelaire’den William Burroughs’a, Bunuel’den Lynch’e kadar bütün modernler, canavarca olana kapıyı açmıştır.
Eslek’in canavarlar ve ucubelerle kurduğu ilişkide, Butler’ın “ilksel yaralanabilirlik / kırılganlık” (primordial vulnerability) dediği şeyi hatırlatan bir yan var. Butler Kırılgan Hayat adlı kitabında bu terimle, dünyadaki bütün varlıkların ilksel, asıl savunmasızlığını hatırlatarak, yeni bir etik öneriyor: Başkasının bu savunmasızlığını kendi savunmasızlığımızın bir benzeri olarak görmek ve ötekine şiddet uygulamamak. Eslek, acı çeken, fiziksel olarak uzuvlarıyla da derdi olan figürler karşısında böyle bir etik konuma davet ediyor, bana sorarsanız.
Seslendik Sana, Sen Duymadın, İlk Kez Düşledim Ölümü, Hücrelerimizin Kapısında Dans, Uyan, Karşılıklı Hoyrat Kullanılmış Bedenler, Ansızın Ürperdi, Bütün Kılıklara Girdi, Gizli ve Ötekine Giden İlk Adım gibi performatif isimlere sahip işlere bakarsanız, Eslek’in aynı zamanda bir alternatif alanlar, bir “uyumlu olmayan” bedenlere silsilesi önermek istediğini de görebilirsiniz. Bütün bunlara Foucault’nun uysal bedenlere dair söylediği şeyler eşlik ediyor, elbette.
Bitirmeden, Bihter Sabanoğlu’nun sergiye eşlik eden Betonlaşma adlı öyküsüne de bakmak lazım. Bir hastanede geçen bu yarı-fantastik hikâye, bir uzvu için bir operasyon geçiren (İlizarov operasyonu) bir hastanın hikâyesi. Başta kendisine ürkütücü bir yabancılık içinde bulan bu karakter, zamanla, hastaneyle, hastanenin beton yapısıyla bir özdeşlik kurarak, bir mutluluk anına ulaşıyor. Bir kontrol mekanizması, bir mekanikleşme eleştirisi ve şüphesi olarak başlayan hikâye, karakterin “dönüşmeyi” ve “betonlaşmayı” kabul edip garip bir huzura ermesiyle bitiyor. Şöyle:
“Bina beni bütünüyle ele geçirdi. Kemiklerimi, ya da artık taşlarımı veya tuğlalarımı mı demeliyim, yeni baştan ördü… Ben bunu, onun sanat yapma yöntemi olarak görüyor ve zevkle izliyorum. Bedenimi bir aracı, hatta bir tuval olarak kullanıyor. Ya da belki şöyle yorumlamam gerekir; tasavvufi anlamıyla söylüyorum, bina ve ben artık ‘bir’iz.”
Dönüşüme ve tuhaflaşmaya “evet” diyen bu ses de, Eslek’in anomaliyi onaylayan, sahiplenen ve başka ihtimallerin kapısı gibi gören bakışına tam uyuyor.