“Belki de insan olmak diye bir şey yoktu, insan olunamıyordu. Önce kavram bulunmuş, sonra da bu keşfe bir değer yüklenmişti.”
(Ebru Ojen, Lojman, 189)
Çınar Eslek’in geçtiğimiz günlerde DEPO’da açılan yeni kişisel sergisi “Teyel, Uzuv, İlizarov”, sanatçının yakın dönemde farklı tekniklerle ürettiği işleri bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Ceren Erdem’in üstlendiği sergide ayrıca Eslek’in Bihter Sabanoğlu ile birlikte ürettikleri bir de video iş yer alıyor.
“Teyel, Uzuv, İlizarov”, öncelikle bedenle ilgilenen, bedenin imkânlarını ve bu imkânların beraberinde neler getirebileceğini sorgulayan bir sergi. Bu bağlamda kökenini kimi noktada sanatçının kişisel yaşantısından, kimi noktada ise okumalarından alan sergi, başlı başına bedenin üzerine ne derece düşünmeye değer bir unsur olduğunu ortaya koyar. Donna Tartt, Saka Kuşu’nda bedeni tarif ederken onun ne derece eğilip bükülebilir, ne derece kırılgan bir unsur olduğuna dikkat çeker.[1] Beden, bazen kişiyi dimdik ayakta tutan sapasağlam bir dayanak noktasıdır, bazen çeşitli illetle mücadele eden, yanan, kanayan bir uzantı, içerisinde ruhu taşıyan. Ama her şey, acı da, tat da beden aracılığıyla vücuda dağılır, beyne ulaşır, ruha dokunur. Dolayısıyla bedenin varlığı ve salt gerçekliği, bir noktada her şeyi örten/kuşatan bir değere sahiptir. Eslek de beden ile ilişkisine böyle bir noktadan başlar.
Beden, “canlı varlıkların maddi bölümü”dür; dolayısıyla maddi bir uzantı, bir çıkıntıdır. Burada dikkat çeken temel mesele, bedenin sözlüklerde “canlı varlıklar”la sınırlanmasıdır. Ancak bir “can”a sahip olan bir “beden”e erişebilir. Cansız olan “şey” bir bedene sahip olamaz, böylece ortaya bir ayrım çıkar. İnsan, doğası gereği her şeyi anlamlandırmaya, sınıflandırmaya, kendi hayatında konumlandırmaya çalışır; bu durumdan kaçamaz. Ancak öte taraftan insan-ötesinde/sonrasında, modern çağlarda, canlı varlıkların ilerisinde de bir bedenden, bir beden algısından, bir yapı ve iskeletten söz etmek gerekir. Nihayetinde her şey, gerek dünyada gerekse insan düşleminde bir görünüme, bir bedene sahiptir. İnsan hiçbir şeyi salt bir görünüm olarak tahayyül etmez, edemez. Tüm duygularını, arzularını, hayal kırıklıklarını bir somutlaştırma ile dışavurur. Beden bunun için bir araç, bir aracıdır. O halde soyut olan da bir noktada somutlaşırken bedenleşir, bir bedene bürünür. Aşk, âşığı bulunca somutlaşır ve böylece o kişinin formunda bir bedene kavuşur. Acı, acıya neden olan bir fail bulunduğunda, onunla karşılaşıldığında somutlaşır ve bir bedene kavuşur. Mutluluk, kâbus, hayal kırıklığı, nefret… Bütün yoğun duygular bir süre sonra kişinin zihninde bir isme, bir kişiye, bir bedene dönüşür ve böylelikle somutlaşır. Böyle bir durumda beden de anlamını, sınırlarını, düşlemini genişletir. Eslek’in sergisinde de bu duruma benzer şekilde beden, anlamını giderek genişleten bir yapıya/değere sahiptir.
Çınar Eslek’in “Teyel, Uzuv, İlizarov”unda beden birçok farklı görünüme sahiptir. Sanatçının kumaş, iplik, yama, kemik, porselen, beton gibi türlü maddeyle ürettiği onca iş, bir süre sonra ortaya kişinin kendi gözlemleri, geçmişi ve düşlemiyle birleşen bir görüntü çıkarır. Bu görüntü aslında yeni türden bir bedendir. Tek tek bakıldığında her bir nesne bir candan mahrumdur, ancak tüm bu nesneler bir araya geldiğinde ortaya yeni bir ruh, yeni bir anlam çıkar. Eslek’in farklı coğrafyalardan farklı niyet ve düşüncelerle topladığı birçok nesnenin bedenleşme süreci böyle düşlenebilir. Dolayısıyla bedenleşme ve yeni bir beden arayışı, bedenin bütün arzularını, aksaklıklarını, acılarını anlama süreci, bir noktada “Teyel, Uzuv, İlizarov”dan geçer. Bedenini bulan, kendi suretini ve acılarını işlerde gören herkes sergiden ayrılabilir.
Eslek’in “Teyel, Uzuv, İlizarov”da yer alan işleri hep bir eksiklikle vücut bulur, insanoğlunun karşısına çıkar. Bu kimi zaman bir anlamdır, kimi zaman bir yamayla örtülmeye çalışılan gedik, kimi zaman fısıldanarak dile getirilen bir sır veya acı, kimi zaman ise birbirlerine eklemlenen kumaş, beton, porselen veyahut kemik parçalar. Ancak hep bir eksiklik vurgusu tüm bu düşlerin ötesinde kendisini duyurur. Doğumundan itibaren hep bir tamamlanamama hali içerisinde hareket eden insan, tüm eksiklikleri/noksanlıklarıyla yaşamını idame ettirmeye çalışır. Sergideki işler aracılığıyla sık sık ön plana çıkan “melezlik”, “çeşitlilik”, “eksiklik” ve “yamalama” gibi işlemler/denemeler, hep bu noksanlığın bir tezahürü olarak kendisini hatırlatır. Kişi kendisinden ne kadar kaçarsa kaçsın, varacağı nokta yine kendisidir. Böyle bir durumda kişi, hiçbir zaman kendisinden başka bir kişi yaratamaz; ancak kendisindeki noksanlıkları yamayabilir, delikleri dikebilir, kendisini melezleyebilir. Eslek’in melez formları, kemikle porseleni, betonla kumaş ve türlü malzemeyi bir araya getiren işleri bu durumun/meselenin altını çizer: İnsan hep eksiktir ve bu eksikliği gidermek/kapamak için mücadele edecektir. Tamamla(n)ma, ancak kişi öldüğünde, bir diğer deyişle “beden” “bir cana sahip olma vasfını yitirdiğinde” gerçekleşecektir; çünkü artık kişinin yaşamı boyunca kendi elleriyle yazdığı hikâye tamamlanacaktır.
İnsan-ötesi/sonrası çağda herkes ve her şey yeni bir anlamla kuşatılır. Bu yeni çağ, eski anlam ve değerleri reddeder. Kimilerini doğrudan reddederken kimilerini ise yeniden anlamlandırma yoluna gider. Çınar Eslek’in yakın dönem işlerinde de buna benzer bir durum söz konusudur. Burada topyekûn bir reddediş söz konusu değildir, ancak hemen her konuda yeni bir uzuv, yeni bir uzantı, yeni bir teyelleme ve yamama durumu ön plana çıkar. Eslek’in işlerinde sıkça karşımıza çıkan hayvanlar, yeryüzü şekilleri, makineler, ağaçlar bu yeni çağın yeni görünümleriyle kuşatılmıştır. Çoğu bir melezleme yöntemiyle üretilmiş bu işler, Eslek’in insan-ötesine geçerek kendisine özgü bir şekilde geliştirdiği “hayvan-oluş”, “yeryüzü-oluş” ve “makine-oluş” kavramlarına da ışık tutar. Birbirlerine eklemlenen onca renk, nesne ve parçayla anlam kazanan bu işlerdeki görüntüler, sanatçı arayışının ne derece ileri gidebileceğini de ortaya koyar. Güzellik, artık yeniden tanımlanması gereken, anlamı/değeri kişiden kişiye göre değişen bir kavramdır. Bu bağlamda kendi kişisel deneyiminden yola çıkan sanatçı, bir taraftan normallik algısını alaşağı ederken öte taraftan mükemmeliyet fikrini de eleştirir. İnsandan, hayvan ve bitkiden türlü uzvun bir araya getirilerek üretildiği “hilkat garibesi” işler, yeni imgeleri de beraberinde getirir. Böylelikle yeni işler yeni imgeleri doğurur ve tüm bu yenilikler, ancak yeni formlarla anlam kazanır.
Kişi, gördüğü her noksanlıkta bir şekilde kendine döner. Yolunu kaybeden, eve uğrar. Hedefini şaşıran bir mabede sığınır. Benzer şekilde kişi, hep kendi hikâyesini söyler. Başka formlar, başka başlıklar, başka biçimlerde. Çınar Eslek ile Bihter Sabanoğlu’nun birlikte ürettikleri Oh White başlıklı video iş de bu noktada ön plana çıkar. İki farklı sesin, iki farklı hikâyenin, iki farklı anlatının üst üste bindiği ve ortaya yine “melez” bir yapı çıkardığı bu iş, kurmacayla kurgu-dışını birleştirirken dinleyicilere/okurlara da farklı anlatılar sunar. Eslek’in tıpkı sergideki diğer işlerde görüldüğü gibi, kimi zaman çocukluk anılarından kimi zaman ise dinlediği hikâyelerden beslenerek can verdiği melez canlılar, bu kez video işte sözel bir forma kavuşur. Birçok farklı eserde ete kemiğe bürünerek ortaya çıkan bunca canlı, bu kez sanatçının imgeleminden sözler/sesler aracılığıyla kendisini duyurur. Öte taraftan Eslek’in anlatısına eklemlenen Sabanoğlu’nun metni, kurmacaylakurgu-dışını farklı noktada birleştirir. Neyin gerçek neyin hayal, neyin salt neyin melez, neyin sahici neyin kandırmaca olduğu böylelikle bir süre sonra tamamen kestirilemez olur. Görünürde Baltalimanı Hastanesi’nin mimari ve ideolojik katmanları üzerine inşa edilen bu eser, bir süre sonra işin içerisine Eslek’in kendi anı ve günlüklerinden bölümlerle Sabanoğlu’nun kurmaca metnini dahil eder. Böylelikle Eslek ile Sabanoğlu’nun anlatıları giderek üst üste binerken hemen tüm işlerde varlığını duyuran melezleşme, burada da bir çok seslilik olarak kendisini hissettirir.
Çınar Eslek’in üretim pratiğinde tercih ettiği malzeme seçimi de “Teyel, Uzuv, İlizarov”u özel kılan bir diğer unsur olarak dikkat çeker. Kemik, porselen, kumaş gibi oynanabilir, kırılabilir, dağı(tı)labilir, birleştirilebilir, melezlenebilir unsurlardır tüm bunlar. Tam da bu noktada ise aslında kaset başa sarar, kişiyi serginin başlığına götürür: “teyel”, “uzuv”, “ilizarov”. Teyel, “iki ya da daha fazla kumaş üzerine yapılan geçici birleştirme işlemi”dir. Uzuv, “canlı organizmalarda belli başlı görevleri yerine getiren ve canlılığın devamını sağlayan organ”dır. İlizarov ise “bir kol veya bacağın hasarlı kemiklerini uzatmak veya yeniden şekillendirmek için kullanılan bir tür nesne”dir. Her üç kelime/kavram da aslında bir uzantıya, noksanlığa, değişime/dönüşüme vurgu yapar. Teyel birleştirir; serginin merkezinde yer alan ve Eslek’in temel üretim pratiklerinden birisine vurgu yapar. Uzuv bir uzantıdır; Eslek’in her melez işi bir uzantıya sahiptir. İlizarov ise kemikleri şekillendirmeye yarayan bir nesne/aparattır; Eslek’in işlerinde beliriveren kemikler ve video işteki anlatı düşünüldüğünde kendi anlamını/yerini kendisi bulur. Dolayısıyla birbirine eklemlenebilen onca unsur/nesne/mesele, serginin başlığından sanatçının iş pratiğine kadar birçok noktada kendisini görünür kılar.
Çınar Eslek’in DEPO’da gerçekleşen “Teyel, Uzuv, İlizarov” başlıklı yeni kişisel sergisi; çok sesli, çok uzantılı, işiten kulaklar için söyleyecek çokça sözü, gören gözler için beliren çokça imgesi olan bütünlüklü bir iş. Eslek’in yakın dönemde farklı materyallerle ürettiği eserleri bir araya getiren serginin küratörlüğünü Ceren Erdem üstlenirken sergide sanatçının Bihter Sabanoğlu ile birlikte kaydettikleri bir de video iş yer alıyor.
Sergi, 4 Kasım 2023 tarihine kadar DEPO’da görülebilir.